29 Mayıs 2014 Perşembe

Fetih1453: Miğferi önümüze koyup düşünelim (2012 yılında âyine dergisinde yayınlanmış yazı)

“Sensiz kıtalar boyu uzanan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü”
Nurullah Genç

Filmin ortalarından itibaren kısa aralıklarla aklıma gelen, Nurullah Genç hocanın kaleminden aşkla dökülmüş bu satırlar özetliyor aslında film hakkındaki görüşlerimi. Tam da atılası bir başlık ‘Kölelik Ruhu’. Evet, Gladiator filminden değil,üstünde haftalardır konuşulan Fetih1453’ten bahsediyorum. Gerçi Gladiator’ün yapımcısı Ridley Scott’tan söz edecek olmama rağmen Fetih1453 hakkında yapılan kısır tartışmalardan mümkün mertebe uzak duracağım. Tarihi gerçeklikler konusunun -haklı bulduğum yanları olsa- da hem bu konudaki bilgi eksikliğimden hem de filmin gerçeğe bire bir sadık kalması gerektiğini düşünmediğimden tarihçilerin filme getirdiği olumsuz eleştirileri göz ardı ediyorum. Sonuçta bir belgesel değil çekilen. Hem filmi, seçilen bir karakter üzerinden anlatmak veya savaşla paralel gelişen aşkı/dramı işlemek de sinemada sıkça başvurulan bir anlatım tarzı.Bu tarz bir tercih yeri geldiğinde doğru olabilir. Ama bu hikaye yaratma hevesi saçmalığa dönüştüğünde –Fetih1453’te olduğu gibi- filmi de yarısında bitiriverir. Ayrıca sınıfta kalan oyunculuklar, Akşemsettin’in yerine “Nasreddin Hoca”’yı oynatmalar ve yetmezmiş gibi bu Manevi Fatih’i iki dakika amatörce gösterip çekmeler, filme kimsenin hatırı kalmasın diye zorla sokuşturulmuş sahneler ve görmeseydik keşke dediğimiz görsel efektler de umurumda değil.  ‘Düzeyli film eleştirisi’ yapmak gibi bir derdim de yok çünkü bu bir film eleştirisinden ziyade bir bakış eleştirisi; bir ruhsuzluk yergisi…





Ridley Scott’u neden andığımı söyleyerek başlayayım. Ayrıntıya girmeyeceğim; Cennetin Krallığı (Kingdom Of Heaven) filminde çizilen Selahaddin portresi, filmin yönetmen koltuğunda oturan Scott’tan hiç düşünmeden bahsetmem için oldukça geçerli bir neden. Bir Holywood yapımında kusursuz bir Müslüman portresi; ve ‘Kusursuz bir Fetih’te özürlü Fatihler…İkisi de büyük başarı aslında…

               Göstermek istediği gösterdiğinden ibaret olan Fetih1453 filmini eleştirirken ben de filmden esinlenerek dolayım ihtiyacı hissetmiyorum. Nezaketten, zarafetten, ince ruhtan, maneviyattan ve yücelikten çok uzak kalmış. Fetih aşkı, zafer hırsıyla karıştırılmış.Fatih’in maneviyatı ve derinliğikıldırdığı namazla sınırlı tutulmuş.‘Müjde’ ye mazhar olmak için uykuları kaçacak kadar yüce ruhlu, babasının tespihi üzerinde tepinmemesi gerektiğini bilecek kadar da ince düşünceli olarak perdeye yansıtılmalıydı Fatih. Bu yüceliğin varlığını veya kaynağınıgöremeyen gözler çareyi Bizans’ı alçaltmakta ve bunu türlü basitlikler sergileterek izleyicinin gözüne sokmakta bulmuş. Bizanslı ile Fatih arasındaki engin fark Fatih’in yüceliğinden değil Bizans’ın alçaklığındanmış meğer. Oldukça nezaketsiz…
Şehit olmak için gün sayan genci (Ulubatlı) ar etmeden zinanın kollarına bırakabilmişler. “Zina” kavramının üzerinde mutlaka durulması gerekli çünkü muhtemelen o dönemde gençler günlerini ‘zina yapmaya giderken korkudan/taşıdığı îmanın yükünden kalbi duran genç’ in kıssası ve benzer kıssaları gözyaşları içinde dinleyerek geçiriyorlardı.Hedef kitlesinde ‘’dindar’’ insanların bu kadar fazla olduğu bir yapımda dîne karşı bu lakayıtlık milyon dolarları da –aynı kitlenin gözünde- kolaylıkta çöpe taşıyabiliyormuş demek ki.Bu arada yeri gelmişken, bütçesinden dolayı filme saygı duyan sinemaseverlere tavsiyem bu akşam 207 milyon dolara mâl olmuş King Kong(2005) filmini seyretmeleri; keza King Kong da parayla yapılan “gorilliğin” güzel örneklerindendir.
Herhangi bir uhrevi kimlik taşımadığı halde Yüzüklerin Efendisi’nde Arwen (Liv Tyler) görüntüye geldiğinde, uzatılmış ayaklarını toplayacak gibi olan sinema salonundaki insanlar Gülbahar Hatun rolündeki Şahika Koldemir’i görünce kıs kıs gülüyorlar ve Sultanlarını –yine- bir cinsel obje olarak karşılarında bulmaktan kurtulamıyorlar. Bir tarafta hayal ürünü Arwen’i kutsallaştıran, özenle seçilmiş duruş, kıyafet, müzik; diğer tarafta edebi ve annelikleriyle bilinen Sultanları basitleştiren tarak, ayna ve dekolte… Oldukça edepsiz…



Fetih’ten İşgale, Şehitlikten Cesetliğe
Filmin en gülünç ve en acı sahnesi Ulubatlı Hasan’ın sancağı sura dikerken son gayret için gücü, sevdiği kızla göz göze gelmek suretiyle ondan aldığı sahneydi. Biz tam Ulubatlı’nın koskoca İstanbul’un fethine giderken laf arasında kıza “senin de intikamını alıcaz merak etme” demesini yanlış duyduk galiba derken, yanlış duymadığımızıbu bahsettiğim sahneyle anlıyoruz. Ulubatlı’nın yüreğinin ne için yandığını göremediğinden olsa gerek, son bir gayretle sancağı dikmesi için kızla göz göze gelmesi gereğini hissediyor usta(!) yönetmen. Korkar oldum, bir Çanakkale filmi yapılır, Seyit Onbaşı da 276kiloluk mermiyi yavuklusuyla göz göze gelmeden kaldıramaz diye. Bi ara Itrî bestesi girip yakmasa yürekleri, bu basit aşk hikayesi kanımızı donduracak gibi oluyor.
Eğer –Ulubatlı gibi- bu savaş birinin intikamı için; Fatih Sultan Mehmed gibi de hırs uğruna yapılmış olsa Fetih değil ‘İşgal’ olur.
Eğer Ulubatlı, kızla göz göze geldikten sora ölürse bu ölüm duygusal olur ama ‘kutsal’ olmaz.
İstanbul’un Fethi’nin filmini çekeceksin, seyirciye de bu uyduruk ruhsuz romantizmi satacaksın… Hiç kimse bu pervasızlığa ve lakaytlığa katlanmak zorunda değil. Hiçbir hassasiyet sahibi insan bu manevi duyarsızlığın tokadını yemek zorunda değil. En büyük bütçeli Türk yapımı, şimdiye kadar bu tarzda çekilmiş en iyi Türk filmi avuntularına da gerek yok. İmkansız beklentiler içerisinde değildik zaten. Sadece biraz hassasiyet ve biraz “ince” ruh…

Muhammed B. TOPRAK 17.03.2012
twitter.com/muhammedtoprak












               

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder