“Sensiz kıtalar boyu uzanan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü”
Nurullah Genç
Filmin ortalarından itibaren kısa
aralıklarla aklıma gelen, Nurullah Genç hocanın kaleminden aşkla dökülmüş bu
satırlar özetliyor aslında film hakkındaki görüşlerimi. Tam da atılası bir
başlık ‘Kölelik Ruhu’. Evet, Gladiator filminden değil,üstünde
haftalardır konuşulan Fetih1453’ten bahsediyorum. Gerçi Gladiator’ün yapımcısı Ridley
Scott’tan söz edecek olmama rağmen Fetih1453 hakkında yapılan kısır
tartışmalardan mümkün mertebe uzak duracağım. Tarihi gerçeklikler konusunun -haklı
bulduğum yanları olsa- da hem bu konudaki bilgi eksikliğimden hem de filmin
gerçeğe bire bir sadık kalması gerektiğini düşünmediğimden tarihçilerin filme
getirdiği olumsuz eleştirileri göz ardı ediyorum. Sonuçta bir belgesel değil
çekilen. Hem filmi, seçilen bir karakter üzerinden anlatmak veya savaşla
paralel gelişen aşkı/dramı işlemek de sinemada sıkça başvurulan bir anlatım
tarzı.Bu tarz bir tercih yeri geldiğinde doğru olabilir. Ama bu hikaye yaratma
hevesi saçmalığa dönüştüğünde –Fetih1453’te olduğu gibi- filmi de yarısında
bitiriverir. Ayrıca sınıfta kalan oyunculuklar, Akşemsettin’in yerine “Nasreddin
Hoca”’yı oynatmalar ve yetmezmiş gibi bu Manevi
Fatih’i iki dakika amatörce gösterip çekmeler, filme kimsenin hatırı
kalmasın diye zorla sokuşturulmuş sahneler ve görmeseydik keşke dediğimiz
görsel efektler de umurumda değil.
‘Düzeyli film eleştirisi’ yapmak gibi bir derdim de yok çünkü bu bir
film eleştirisinden ziyade bir bakış eleştirisi;
bir ruhsuzluk yergisi…
Ridley Scott’u neden andığımı
söyleyerek başlayayım. Ayrıntıya girmeyeceğim; Cennetin Krallığı (Kingdom Of Heaven) filminde çizilen Selahaddin portresi, filmin yönetmen
koltuğunda oturan Scott’tan hiç düşünmeden bahsetmem için oldukça geçerli bir
neden. Bir Holywood yapımında kusursuz bir Müslüman portresi; ve ‘Kusursuz bir
Fetih’te özürlü Fatihler…İkisi de büyük başarı aslında…
Göstermek
istediği gösterdiğinden ibaret olan Fetih1453 filmini eleştirirken ben de
filmden esinlenerek dolayım ihtiyacı hissetmiyorum. Nezaketten, zarafetten,
ince ruhtan, maneviyattan ve yücelikten çok uzak kalmış. Fetih aşkı, zafer
hırsıyla karıştırılmış.Fatih’in maneviyatı ve derinliğikıldırdığı namazla
sınırlı tutulmuş.‘Müjde’ ye mazhar
olmak için uykuları kaçacak kadar yüce ruhlu, babasının tespihi üzerinde
tepinmemesi gerektiğini bilecek kadar da ince düşünceli olarak perdeye
yansıtılmalıydı Fatih. Bu yüceliğin varlığını veya kaynağınıgöremeyen gözler çareyi
Bizans’ı alçaltmakta ve bunu türlü basitlikler sergileterek izleyicinin gözüne
sokmakta bulmuş. Bizanslı ile Fatih arasındaki engin fark Fatih’in yüceliğinden
değil Bizans’ın alçaklığındanmış meğer. Oldukça nezaketsiz…
Şehit olmak için gün sayan genci
(Ulubatlı) ar etmeden zinanın kollarına bırakabilmişler. “Zina” kavramının üzerinde mutlaka durulması gerekli çünkü
muhtemelen o dönemde gençler günlerini ‘zina yapmaya giderken korkudan/taşıdığı
îmanın yükünden kalbi duran genç’ in kıssası ve benzer kıssaları gözyaşları
içinde dinleyerek geçiriyorlardı.Hedef kitlesinde ‘’dindar’’ insanların bu
kadar fazla olduğu bir yapımda dîne karşı bu lakayıtlık milyon dolarları da
–aynı kitlenin gözünde- kolaylıkta çöpe taşıyabiliyormuş demek ki.Bu arada yeri
gelmişken, bütçesinden dolayı filme saygı duyan sinemaseverlere tavsiyem bu
akşam 207 milyon dolara mâl olmuş King
Kong(2005) filmini seyretmeleri; keza King Kong da parayla yapılan
“gorilliğin” güzel örneklerindendir.
Herhangi bir uhrevi kimlik taşımadığı
halde Yüzüklerin Efendisi’nde Arwen (Liv Tyler) görüntüye geldiğinde,
uzatılmış ayaklarını toplayacak gibi olan sinema salonundaki insanlar Gülbahar
Hatun rolündeki Şahika Koldemir’i görünce kıs kıs gülüyorlar ve Sultanlarını
–yine- bir cinsel obje olarak karşılarında bulmaktan kurtulamıyorlar. Bir
tarafta hayal ürünü Arwen’i
kutsallaştıran, özenle seçilmiş duruş, kıyafet, müzik; diğer tarafta edebi ve
annelikleriyle bilinen Sultanları basitleştiren tarak, ayna ve dekolte… Oldukça
edepsiz…
Fetih’ten İşgale, Şehitlikten Cesetliğe
Filmin en gülünç ve en acı sahnesi
Ulubatlı Hasan’ın sancağı sura dikerken son gayret için gücü, sevdiği kızla göz
göze gelmek suretiyle ondan aldığı sahneydi. Biz tam Ulubatlı’nın koskoca
İstanbul’un fethine giderken laf arasında kıza “senin de intikamını alıcaz
merak etme” demesini yanlış duyduk galiba derken, yanlış duymadığımızıbu
bahsettiğim sahneyle anlıyoruz. Ulubatlı’nın yüreğinin ne için yandığını
göremediğinden olsa gerek, son bir gayretle sancağı dikmesi için kızla göz göze
gelmesi gereğini hissediyor usta(!) yönetmen. Korkar oldum, bir Çanakkale filmi
yapılır, Seyit Onbaşı da 276kiloluk mermiyi yavuklusuyla göz göze gelmeden
kaldıramaz diye. Bi ara Itrî bestesi girip yakmasa yürekleri, bu basit aşk
hikayesi kanımızı donduracak gibi oluyor.
Eğer –Ulubatlı gibi- bu savaş birinin
intikamı için; Fatih Sultan Mehmed gibi de hırs uğruna yapılmış olsa Fetih
değil ‘İşgal’ olur.
Eğer Ulubatlı, kızla göz göze
geldikten sora ölürse bu ölüm duygusal olur ama ‘kutsal’ olmaz.
İstanbul’un Fethi’nin filmini
çekeceksin, seyirciye de bu uyduruk ruhsuz romantizmi satacaksın… Hiç kimse bu
pervasızlığa ve lakaytlığa katlanmak zorunda değil. Hiçbir hassasiyet sahibi
insan bu manevi duyarsızlığın tokadını yemek zorunda değil. En büyük bütçeli
Türk yapımı, şimdiye kadar bu tarzda çekilmiş en iyi Türk filmi avuntularına da
gerek yok. İmkansız beklentiler içerisinde değildik zaten. Sadece biraz
hassasiyet ve biraz “ince” ruh…
Muhammed B. TOPRAK 17.03.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder